Şehadet bir çağrıdır nesillere ve çağlara

Şehadet bir haldir, kim şehadete aday yaşıyorsa gelir onu bulur. Şehadetin yaşanılan tanımlanmış bir tarifi yoktur. Çünkü o hayatta bir kere tadılabilecek ve asla geri dönülmeyecek bir kutlu yolun başlangıç noktasıdır.

Şehadet bir çağrıdır nesillere ve çağlara

Şehadet bir haldir, kim şehadete aday yaşıyorsa gelir onu bulur.

Şehadetin yaşanılan tanımlanmış bir tarifi yoktur. Çünkü o hayatta bir kere tadılabilecek ve asla geri dönülmeyecek bir kutlu yolun başlangıç noktasıdır.

Şehitlerin hayatı hep destansıdır, onlara bakın niçin şehadet şerbetini içtiklerini anlarsınız.

Gazzali’nin meşhur bir sözü vardır, “Bazı şeyleri tatmadan anlayamazsınız”, Şehadet bunların başında gelen ve tattıktan sonra, mahiyeti hakkında yaşayanlara niceliği hakkında bilgi verilemeyen en destansı haldir.

Tarihin sayfalarında ve bugün yaşayan şehitlerimize baktığımızda Allah adına kıpır kıpır bir hayatın sahibidir onlar.

İhvanın tarihinde adı şerefle şehadet listesine yazılmış isimler var, Hasan el Benna, 43 yaşında, bir salon konuşması yaparken şehit edildi.

Abdulkadir Ûdeh, 47 yaşında Mısırın zalim yöneticisi Nasır tarafından idam edildi.

Seyyid Kutub. 66 yaşında Nasır tarafından idam edilerek şehit edildi. Nasır tarafından “özür dile seni affedeyim” denmesine rağmen o tarihe geçecek şu sözleri söyledi.

“Eğer Allah’ın hükmü ile idam ediliyorsam, ben hakkın hükmüne razıyım. Şayet batıl kanunlarla idam ediliyorsam batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem.”

Akidesinde sağlam duruşunu bütün eserlerinde ortaya koyan Seyyid Kutup, içinde yaşadığı zulüm düzenine baş kaldırışını şöyle ifade etmiştir. “Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım bir tağutun hükmünü asla onaylamayacaktır.”

İdam sehpasına giderken ezher müftüsüne verdiği tarihi cevap hala müminlerin zihinlerinde yankılanmaktadır.

Ezher müftüsü Kelime-i tevhidi okumasını isteyince “Sen onu söylemek için para alıyorsun bense canımı veriyorum.” Diyerek ömrünün son cümlesinde bile bütün bir insanlığa ders mahiyetinde konuşmuştur.

Amerika’nın kara tarihinde, derisinin renginden ziyade İslam’ıyla Amerika Müslümanlarına rehberlik etmiş Malcolm X emperyalist batının bağrına saplanmış bir şahadet hançeridir.

39 yaşında emperyalist zulmün Afrika’dan koparıp getirdiği kara derili insanların sesi olmak adına verdiği mücadelesini İslam’la tanışarak taçlandıran Malcolm, hayatının en verimli çağında bir salon konuşması esnasında şehit edildi.

Onun “Bazı ölüler yaşayanlardan daha yüksek sesle konuşurlar.” Sözüne bizzat kendisi şahitlik etmiştir. Bugün hala o Amerikan emperyalizminden daha yüksek sesle konuşmaktadır.

“Bana bir kapitalist gösterin, bende size bir kan emici göstereyim.” Diyerek içinde yaşadığı düzenin karşısında duruşunu her zaman net bir şekilde ortaya koymuştur.

Bir Metin Yüksel vardı, Anadolu’yu İslamsızlaştırmak isteyen Müslüman maskelilerin çabalarına karşın, insanımızın makus talihini Allah adına değiştirmek için enerjisi volkan gibi çağlayan, Anadolu vilayetlerinin yüksek yapılarına Kayseri Kalesi dahil olmak üzere “TEK YOL İSLAM” yazarak gelecek kuşaklara örneklik etmeye çalışan.

Coşkusu arttıkça çabaları bileniyor çabaları yoğunlaştıkça şehadete yaklaşıyordu. Nihayet bir gün Fatih camisi avlusunda kızıl kanlara boyanmış vaziyette arşa doğru yükselen şehitler kervanına katıldı.

Bir Abdurrahman Koyunoğlu tanırım ben, ne zaman görseniz sırtında bir çuval bir torba bir fakirin hanesine ihtiyaç çıkını taşır. Öyle ki, atı yok, arabası yok, ama gönlü bol, sanırsınız bütün belediye otobüs filolarının sahibi. Düşünsenize ihtiyaç maddesini bir yerlerden tedarik eder otobüslere kadar taşır, otobüsle gideceği mahalle kadar gider, sonrasında ahiret heybesini sırtlar, ihtiyaç sahibinin kapısına kadar taşır. Onu bu yaşadığı zorlu hayatın ihtişamına yâr eden, Rabbinin rızasını, kendisine kapıyı açtığında gelen iaşe torbasına ışıl, ışıl gözlerle bakan ve minnet duygularını bazan sevinç bazan göz yaşlarıyla ifade eden insanların yüzlerinde görmesiydi. Ve günlerden bir gün yine sırtında iaşe torbasıyla insanları sevindirmek adına yolda yürürken bir aracın çarpması sonucu Rabbinin yolundan Rabbinin rızasına ve cennetine kavuştu.

Bir Bahattin yıldız vardı. Nerde Allah için bir şey yapılabilecek imkân var acaba? Hep onun peşinde koşardı. Hicri 1400 yıldönümünde Erzurum’dan Kayseri’ye koşarak, kendisine nefesle bir ömür veren Allah için nefes nasıl tüketilirmiş örneğini ortaya koydu.

Erzurum şahitti onun Allah için çabalarına, İzmir şahitti, yetmedi, Afganistan şahit oldu yaptıklarına ve şehadetine. Üniversite yıllarında zalim ruslara karşı mücadele eden Afgan mücahitlerinin destanlarını ve Hindikuş dağlarını anlatan ezgileri ve marşları birlikte çok seslendirmiştik.  Allah onu o sevdiği yolda Afganistan dağlarında soyadı gibi yaşadığı asrın şahidi bir yıldız yaptı. Kim bilir belki de uçağın düştüğü dağın üzerinde her gece bir yıldız olarak parlıyor ve şehadete susayan gönüllere göz kırpıyor.

Filistin davasının elleri ayakları tutmayan fakat imanıyla İsrail’e meydan okuyan Şeyh Ahmed Yasin’ini tanıyoruz yakınlarda.

Tutmayan elleriyle İsrail’in başına ördüğü çoraplar, tutmayan ayaklarıyla önünde yürüdüğü Hamas gençliğiyle ortaya koyduğu direniş, şehadet tarihinin altın sayfalarına yazıldı.

Nihayet bir sabah namazı, cami çıkışında İsrail’in bu eli ayağı tutmayan mücahidi, helikopterden attığı füze ile şehit ettiğine tanıklık ettik.

Son olarak daha yere düşen kanı kurumayan İsmail Heniye. Bir mülteci kampında açtığı gözleriyle, dünyada doyasıya yaşadığı topraklara bakması mümkün olmadı. Çünkü bu zamanda Filistinli ve Gazze’li olmak sürgün demekti.

Gazze’li olmak yurt, evlat, mal imtihanını vermek demekti. Öyle de oldu. Evlatlarını torunlarını şehit olarak Allaha sunmasının akabinde çok sürmeden dünya sürgününü şehadetle tamamladı ve Rabbine kavuştu.

Şimdi bütün bu yiğitlerin hayatlarına baktığımızda şunu çok rahat bir şekilde bir kere daha söyleyebiliyoruz ki şehadet bir hayat tarzıdır, onu yaşayanları gelir bulur.

Allah şehadetlerini kabul buyursun.  21.08.2024

Celaleddin Sipahioğlu

Diğer Haberler