
Ümmetin ihtilafı, ya da İhtilaf...
Bir gerçeği konuşmak, konunun tartışıldığı mevcut alanlar üzerinden yapılacak olursa, sonuca varmak maalesef mümkün olmuyor. Yani tarihin içinde, o günün sosyolojisine göre yapılmış tartışmaları ve sonuçlarını o günün aklıyla değerlendirmek yerine, var olan tartışmaların dışına çıkarak ana mihverden sapmadan bugünün aklıyla meseleyi değerlendirmek en doğru yaklaşımdır. Ümmet elde var olan, fakat içine düştüğü bütün açmazlara dayanak olarak zikredilen “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” delilinin sıhhatini tartışarak ömrünü tüketirken, ümmetin içine düştüğü acı durum, delilin sıhhatinden daha çok etkili olmuş ve ümmet parçalanmışlığın pençesinde kıvranmaya devam etmiştir. Bir şeyin doğruluğunun ve sıhhatinin testi, ortaya çıkardığı sonuçtan bakılarak değerlendirilmeli değil mi? İhtilaf rahmetse ümmet bugün neden bir araya gelme saadetinden mahrum kalmış, farklı görüşlerde olması kaos doğurmuş ve birleşme konusunda insanların arasında derin uçurumlar oluşturmuştur? İslam toplumunun ihtilafları artırarak birbirine yabancılaşan unsurları, İslam toplumundan ayrı duruşlarını delile dayandırmış olmakla, haklılıklarını çevrelerindeki insanlara ispatlamış mı oldular? İslam toplumundan ayrı kalma talihsizliğini yaşayan bu ihtilaf sahipleri, zamanla ayrı duruşun gerekçelerini ikame edeceğiz diye, bir meseleden oluşan ayrışma noktasını, binlerce meseleye çıkarma bedbahtlığına düşmüşlerdir. Ayrışma noktasını çoğaltarak ana yapıdan kopan bu insanlar, maalesef kendi meşruiyetlerine dayanak olması için, İslam toplumuyla bir araya gelemeyecek katılıktaki her bir fırkaya da İslam cemaati olarak bakma cehaletini ortaya koydular. Eğer bu insanlar her bir parçacığa cemaat gözüyle bakmazlarsa kendileri de otomatik olarak cemaatin dışında kalacaklardı. Halbuki cemaat ana kütlenin adıdır, ayrışanlar, fırkalaşanlar cemaatten ayrıldıkları için hiçbir şekilde bu isme layık değillerdir. İnsanın var olduğu yerde ayrı düşünmenin mutlaka olabileceği gerçeğini bilmekle beraber, fikir ayrılıklarını toplumsal ayrılığa dönüştürmemeyi becerebilecek gücün, otorite olduğunu unutmamak lazım. Henüz Resulullah hayattayken bile ashabın kendi başına uygulamada serbest bırakıldığı olaylarda ayrılıkların, yorum farklılıklarının yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Birleştirici unsur, Allah’ın elçisi hayatta olduğu için ayrılıklar derinleşmeden üzeri kapatılmıştır. Fakat maalesef bugün bu ayrılık noktaları, delil gösterilerek ayrılıkların haklılığına pay çıkarmaya malzeme edilmişlerdir. Yani dememiz odur ki o günün ayrışma meselesi adına üzeri kapatılmış bir konu bugünün ayrışmasına delil olamaz. O döneme ait ameli plandaki ayrı düşüncenin ürünü olan ihtilaflı davranışlar Resulullah’ın bazan seslenmemesi, bazan gülümsemesi şeklindeki tavırlarıyla, problem olma noktasına erişememiş, Resulullah’ın varlığı meseleyi çözüme kavuşturmuştur. Fakat Resulullah’tan sonraki dönemlerde bu tür ihtilaflı konular Resulullah dönemindeki gibi basit görüş ayrılıkları gibi değerlendirme potasından dışarı çıkarılmış ve ümmet temel ayrılık noktalarına savrulmuştur. Burada Resulullah’ın davranışlarından ihtilaflı meselelerde her iki görüşünde olabilirliği ile ilgili tavırlar, ameli konular olarak karşımıza çıkar. Yani hendek savaşından sonra alınan bir karar olan ikindi namazının Beni Kureyza yurduna varılmadan kılınmaması emri, acele edilmesi anlamında değerlendirilir. Namazı Beni Kureyza yurduna varmadan kılan fakat acele edenlerle, Beni Kureyza yurduna acil gitme işini gerçekleştiren ve namazı orada Resulullah ile kılanların davranışlarında “acele etme hikmeti” kavrandığı için iki tarafında davranışı hoş karşılanmıştır. Fakat hayati konulardaki ihtilaflar Resulullah tarafından pek hoş karşılanmamıştır. Bir seriyyede kabile mensuplarından birinin Müslümanları görünce kelimeyi tevhidi haykırması onun öldürülüp öldürülmemesi açısından tartışma konusu olur. Nihayetinde daha önceden Müslüman olmuş bu zatın korkudan Kelimeyi tevhidi söylediği kanaatine varan Usame b. Zeyd adamı öldürür. Halbuki diğer sahabiler kelimeyi tevhidi söylediği için öldürülmemesini savunmuşlardır. Nihayetinde bu durum dönüşte Resulullah’a arz edilir. Resulullah burada Beni Kureyza seferindeki hoş karşılama tavrı yerine kızgın bir tavırla karşılık vermiştir. Olayın faili Usame “o korktuğu için kelimeyi tevhidi söyledi” iddiasını devam ettirmiş fakat “kalbini yarıp baktın mı?” azarlanmasıyla karşılaşmıştır. Hakeza bir seferde yaralanmış bir sahabe ihtilam olduğu için gusletme gereği ortaya çıkmıştı. Kafatasından yaralı olan bu sahabenin kafasını yıkama ya da meshetme konusunda ortaya çıkan ihtilafın gusletme gereği şeklinde uygulanması sonucu adam kafatasından içeri su girmesi sebebiyle ölmüştü. Durum sefer dönüşünde Resulullah’a arz edilince “siz adamı öldürmüşsünüz” azarlamasıyla karşılaşmışlardır. Demek ki her ihtilaf hoş karşılanmamış duruma göre olumsuzluğu ortaya konmak suretiyle her ihtilafta rahmet olmayacağı da öğretilmiştir. Ayrıca ümmetin bütünlüğüne kasteden ihtilaflar Resulullah tarafından hemen müdahale edilmek suretiyle ayrılığın ve fitnenin önüne geçilmiştir. Beni Mustalik gazvesinde Abdullah b. Ubey ile Hz. Ömer’in bir çalışanı arasındaki kavgada münafık Abdullah’ın “Medine’ye dönünce şerefli olanların şerefsizleri Medine’den sürme” ile tehdit ettiği kavgaya Resulullah acilen gelmiş ve müdahale etmiştir. Münafıkların reisi Abdullah’ın “böyle bir şey demedim” diye geri adım atmasıyla meselenin üzeri kapatılmıştır. Çünkü buradaki ihtilaf toplumsal birliği tehdit eden bir ayrılık doğuracak tehlikeye sahiptir. Dolayısıyla böyle bir ayrılığın gelişmesine asla izin verilmemelidir. Daha sonraki dönemler itibarıyla baktığımızda da otoritenin güçlü olabildiği dönemlerde yine ihtilafın önüne geçmek mümkün olmuştur. Ümmeti belki de tam ortadan ikiye bölebilecek temel konu olan Hz. Peygamberin vefatından sonraki halife seçimi meselesinde Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir’in güçlü tavrı ihtilaf ortaya çıkmadan sorunu çözmüştür. Hepimizin malumu olan Hz. Peygamberin cenazesi henüz defnedilmeden, Beni Saide sakifesinde bir araya gelen Ensar Hz. Peygamber sonrası liderlik konusunu halletmek için toplanmıştı. Konuyu haber alan Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir ile toplantının yapıldığı yere gelerek o gün için Ensar’ın düşünemediği bir konuyu dile getirerek liderlikte genel anlamda Arapların dikkat edeceği bir esasa vurgu yapmışlardı. Arap yarımadasında yaşayan Arapların Mekke’lilerin Kabe’nin dini konumu dolayısıyla kazanmış oldukları liderlik vasfının İslam’la birlikte de dikkate alınacağını, dolayısıyla Ensar’ın liderliğinin onaylanmayacağı anlayışını o toplantıda ortaya koydular. O gün toplantıda bu görüş onay gördüğüne göre Ensar da aynı görüşü kabul etmiş anlamı çıkar. İmam Kureyş’ten, yardımcısı Ensar’dan kararı bu anlayışın sonucudur. Ümmeti daha Hz. Peygamberin vefatından sonra bölüp parçalayacak bir ihtilaf, otoriter ve ümmete sırasıyla riyaset edecek iki sahabe tarafından, olayın henüz başında ayrılığa sebebiyet verilmeyecek şekilde, o gün adına külli bir karara bağlanarak bertaraf edilmiştir. Fakat daha sonraları aynı konuda, aynı liderlik karakteri ortaya konamadığı için ümmeti sonraki asırlarda derinden etkileyecek ihtilaflar, taassup derecesinde fanatik kitleler doğurmuş ve belki de içinde bulunulan açmaza delil olsun diye ittifakı zedeleyici mevcut ihtilafı ayakta tutabilecek payanda deliller üretilmek durumunda kalınmıştır. Burada otorite konusuna dikkat çekmek için maalesef yaşanan acı bir gerçeği dile getirmek gerekir. Çünkü otoriterin güçlü olmayışı başka ayrıştırıcı noktalardan ortaya çıkan ihtilafların sebebi olmuştur. İlk temel ayrışmanın sebebi, siyasi görünümlü, kabilecilik meselesi olmuştur. Ne yazık ki Hz. Peygamberin cahiliye adeti diye defalarca eleştirdiği konu olan kabilecilik 3. Halife ve Resulullah’ın damadı Hz. Osman döneminde Hz. Osman’ın yumuşak karakterinden istifade eden akrabaları tarafından devreye sokulmuş ve ihtilafın ateşi tutuşturulmuştur. Daha sonraki yaşanan olaylarda da Hz. Osman’dan sonra hilafet görevini üslenen Hz. Ali’nin ümmet içinde var olan saygın kişiliği dahi ihtilafın önünü kesmeye yetmemiş, ayrılıkları artıran olaylar tırmanmıştır. Bugün hala, yaşanmış olaylara rağmen Hz. Ali’nin mağduriyeti kalbimizde derin hüzünler oluşturmakla beraber, İlimde derinliğinin, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarının siyasi anlamda derleyip toparlayıcı olmaya yeterli olamadığına şahitlik etmek zorunda kalıyoruz. İhtilaf hiçbir zaman ümmetin birliği ve beraberliği konularında hayırlı neticelerin basamağı olmamıştır desek yanlış bir şey söylememiş oluruz. İlmihal konuları diyebileceğimiz meselelerde bile ümmet birleştirici tavırlar ortaya koyamamıştır. Buna en çarpıcı örnek Şam’daki Emevî’ye camisinde dört mezhebin farklı farklı namaz kılabileceği imkânın oluşturulmasıdır. Bu uygulamanın insanlar üzerinde Müslümanların birbirlerine ne kadar toleranslı davrandığı anlayışını bırakmış olması da ayrıca şaşılacak bir durumdur. Şeytana sorsak, ittifak mı ihtilaf mı diye ihtilafa kalıbını basar. Çünkü o ihtilafları kullanarak fesadı yayar. Bu sebeple ihtilafın meşrulaştırılması adına söylenmiş ne kadar söz varsa öncelikle uzak durulmalı, uzak durma imkânı yoksa iyiye yorarken dahi iyice düşünmeliyiz. Hak olan ittifaktır, ihtilaf ise yerine göre dalalet, yerine göre butlandır en hafifinden ayrılık vesilesidir. Hak ittifaktan yanadır, şeytan ise ayrılığın tohumu ihtilaftan yana. Hakkın neticesi tevafuktur. Batılınki ise taassup. Çünkü taassup körü körüne olmaktır.