BENİM ADIM BAY NECİP
Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.
BENİM ADIM BAY NECİP
Babamınki Fazıl bey diyen, içinden geçtiği süreci imbikten geçmeye teşbih
eden, İslam’ın karşısına dikilmiş kartondan devleri, Müslümanları Sakarya nehri
gibi yokuşa süren zavallılara benzeten üstad, kelimeleri raks ettiren bir şiir
cambazıdır.
Müslümanların hayatına kurulan pusu neticesinde (nine, anne ve kız kardeş) üç
kuşak insan, birbirine aykırılaştıran bir madrabazlığın tuzağında can
vermektedir.
İçine düştüğü müceleleci hayat yılanlı kuyudan farksızdır.
Zor zamanlar hep kahramanlara gebedir.
İslam’a kurulmuş pusuyu görme saadetine eren ve batıya eğitim için
gönderilmişken, bohem hayatın tuzağına düşmüş bir zavallılıktan, ecnebi
hayranlığına müptela olmuş döneminin yöneticilerine baş belası olacak bir
kimlik sahibi olmuştur üstad.
Yalnızlığını, “güneşe göç var da kalan biz miyiz?” şeklinde ifade eden üstad
Necip Fazıl Kısakürek, Anadolu’yu vilayet, vilayet dolaşarak, “Kim var
deyince, Ben varım diyen gençlik” i inşa etme gayretine girer.
“Bin bir çerçeve Anadolu” da Kayseri’ye ayrı bir ehemmiyet verir. Zira onu
bağrına basan vilayetlerin ön sıralarında yer alır Kayseri. Konferanslarından biri
olan ve adını bugün dahi belleğimdem çıkaramadığım “Tarihte yobaz ve
Yobazlık” hınca hınç dolmuş Taş Sinemasının salonlarının şahitliğinde
gerçekleşmiştir.
Henüz dava taşını gediğine koymanın ne demek olduğunu idrak etmeye
başlamış bir genç olarak katıldığım bu konferans benim fikir hamurumun
kaldırımlarında döşenmeye başlamış kavram dünyasının sonu Allaha çıkan,
yolunun giriş kapısıydı. Çünkü yol varsa buydu, bilinen başka bir çıkar yol
yoktu.
Yaşadığı zamanın İslam davasında yalnızlığını “Divanesi ikimiz kaldık Allah
yolunun” diyerek, iliklerine kadar yaşamış üstad, hakikaten adının başında prof,
yazmayan lakin mücadelesini verdiği yolda yetişecek milyonlarca profesörün
üstadı idi.
O içine düştüğü zavallılığı ümmete dayatanları, dumura uğramış batı dünyasının
çirkeflikleri içinde bocalayan kubur fareleri gibi, mensubu olduğu ümmetin
hakikatlerini kemiren köksüz kemirgenlere benzetirdi.
Otuz dört yaşında boynuna yafta olarak asılan mürteci etiketini ömrünüm
sonuna kadar şerefle taşıdı.
Sakarya’nın sırtına vurulmuş kurşun yüke benzettiği İslam davasını,
Kehkeşanlara kaçmış güneşi geri getirmek olarak gördü. İslam’ın şanlı
geçmişini ardına çil çil minareler serperek giden ordu benzetmesiyle, İslam’a
dönüş özlemini dile getirdi.
Özlemini duyduğu gençliğin fikir örgüsünü “ideolocya” başlığı altında topladı
ve kaygısına kaldığı gençliğin fikir hamuruna katkı olarak “iman ve İslam
atlasını” hazırladı.
Ömrünü adadığı davasının bedelini bu dünyada ödeyen ve fikir hamurumuzun
mayadaşlarından olan üstadımız ardında bin bir başlı kartala benzettiği İslam
düşmanlarının karşısında durabilecek binlerce kanarya bırakarak darı bekaya
göçtü.
Şiirlerinden bazı örneklerle üstadımızı hem yad edelim hem rahmet okuyalım.
Ölümünü dahi şenlikle niteleyen bir üstad var karşımızda,
Ölüm ölene bayram, bayramda sevinmek var
Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var.
Gelecek hayalleri hep dipdiri dir, Kendine biçilen yaftaya asla boyun eğmez;
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Hep müjdecidir muştulamayı meziyet edinmiştir
Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.
Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.
Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm, Allah diyene
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah diyene
Ey akıl, nasıl delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!
O bir peygamber aşığıdır işte dizeler.
Göklerde son ilâm:
Allah bir; bir, İslâm…
Lâmelif, Eliflâm;
Amanın ya Mevlâm!
Esselâm, Esselâm!…
Ben Mecnun, O Leylam.
Hasreti Kerbelâm,
Ateşi incilâm,
Bâkisi hep melâm…
Esselâm, Esselâm!…
Düşünce iptilâm,
Kelime heyulam.
Lisansız vaveylâm;
Ne bir harf, ne kelâm,
Esselâm, Esselâm!…
Allah’ım rahmetini davasını ömrü yapan ve bu uğurda ömrünü yemek
isteyenlerle mücadele eden üstadımızı, rahmetinle yarlığa. Müjdecisi, efendisi,
kurtarıcısı, peygamberi Zişan’a komşu eyle.
Celaleddin Sipahioğlu