Bize Bir Haller Oldu Dostum
Ne olduysa paradan, makamdan,kadından ve şandan sonra oldu.
Bize bir haller oldu dostum
Ne olduysa paradan, makamdan,kadından ve şandan sonra oldu.
Hayatta toy ve tıfıldık, okuyorduk öğreniyorduk, her öğrendiğimiz içimizi
coşturuyor, imanımızı kabartıyordu.
İçimizde kaynayan iman ateşi, dava şuurumuzu artırıyor ve heyecanımızın,
günlerimize gecelerimize sığmamasına vesile oluyordu.
Lakin içinde imtihan olunacağımız şeyler olan yumurta küfesi henüz sırtımızda
değildi. Rahattık konuşuyorduk, oraya buraya koşuşturuyorduk.
Vaktaki ilk imtihan, ekmek parası dediğimiz, kapitalist dünyanın eşyaya
bezediği, iş kavramıyla tanıştık, o zaman ayaklarımız kafamızla, arzularımız
arasında nasıl bir yol tutacağına dair karar vermekte zorlandı.
Saniyen hayatımızın rengini aradığımız eşlerimizi bilgi eksenimizin araştırıcı
anlayışı içinde yanı başımıza oturttuğumuzda kafamızla kalbimiz arasında hat
kopuklukları yaşamaya başladık.
Salisen, dünya hayatının anlamlandırıcısı sandığımız ekmek paramızın
şekillendiği makamları işgal eyledik. Her makamın kendi çapında bir namı, şanı
vardı.
Yavaş, yavaş namlanmaya şanlanmaya başladık. Nam ve şanımız arttıkça
namımız ve şanımız bizi kuşattı, İçimizden höyküren arzulara esir düşmeye
başladık.
Yavaş yavaş ideallerle, realiteler çatışmaya başladı, bu çatışmalar idealleri
giderek bulanıklaştıran dünyalıklara yapılan mantıklı yorumlarla ideallerinin
kapısını kapatıp dünyalıkların kapılarını aralama zaafiyetlerini ortaya çıkardı.
Allah cc okunan ayetlerle imanımızın artacağını söyler demeyi çok severdik,
hatta okuduğumuz ayetlerin bizde uyandırdıkları enerjimize enerji katardı. Fakat
eşyanın hayatımızda aksiyonumuzu etkileyecek derecede çok yer kaplamasıyla
bizdeki bilgi artışı bir türlü imani bir coşkuya dönüşmüyor, aksine bizi
rahatlatan deşarj eden bir şekle çevriliyordu.
Sırtımıza aldığımız hayat labirentinin imtihan gerçekleri bilgilerimizin üzerine
bir sülük gibi yapışıyor ve onların bize kazandıracağı aksiyonu ve heyecanı bir
sünger gibi emiyordu.
Yaşadığımız yanlış hayatı o kadar benimsedik ki içimizde bilgilerimizin bize
kazandırdığı hakikate dair bir imanı yüceltmek yerine, yanlışlarımızı şeytanla
birlikte taban keseri gibi aleyhimize olacak şekilde yontarak güzelleştirdiğimizi
düşünüp nefs diye arkasına saklandığımız dağ gibi bir egoyu şişirdik.
İzzeti nefs diye saçma bir tanımlama ile arzularımıza ters gelen, şeytanın
süslemelerini, güya kişiliğimizi korumak adına ballandıra, ballandıra
benimseyen konuşmalar yapar olduk.
İlmun nefs kavramları olan tevazu edep gibi kavramları edebiyaten sever, fakat
fiilen işimize geldiği gibi davranmaktan hoşlanır olduk.
Afatul lisan diye yalan, gıybet, nemime kavramlarını kitaplardan okuyup
birilerine anlatmayı azami derecede benimserken, biz bu afatı lisanımızın sakızı
eyler olduk.
Bilgilerimizin imanını yok eden, heyecanını mahveden sırtımızdaki yumurta
küfesi bir türlü bırakılamıyordu da. O kadar masum ve zorunlu olduğumuzu
düşündüğümüz mazeretlerimiz var ki, mazereti evladu ıyal olanın yanlışı
görmezden gelinirmiş intibaını kendimizin kandırılması için kullanır olduk.
Hasılı dostum bize bir haller oldu, bu haller öyle haller ki halimize pür melal
demek yerinde olur.
İyiliğin neferi olduğumuzu ilan edip, kötülüğün hayatımızdaki yansımalarına
tuttuğumuz çanağı İslamileştirir olduk.
Allahtan kork demeyi çok severken, bize Allahtan kork dendiğinde, yaptığımız
yanlışları görmezden gelip bize Allahtan kork diyenlere asabiyetimizden
tüylerimiz diken diken olur hale geldik.
Ne zaman bir inkılab ile evvel halimize döneceğimize dair biç bir tasa taşımaz
olduk.
Bize bir haller oldu dostum
Ne olduysa paradan, makamdan, kadından ve şandan sonra oldu.
Celaleddin Sipahioğlu