OLUR YA!

OLUR YA!

 

Mehmet Ayman ([email protected])

 

 

Bireysel ve toplumsal açıdan, büyük bir değişim yaşıyoruz. Değişirken de başkalaşıyoruz. Bize ait güzel olan ne varsa geride bırakıp, bizi biz yapan değerleri unutarak, kendimize ve değerlerimize yabancılaşıyoruz. Güzel olan ne varsa neredeyse tamamen kaybetmek üzereyiz. Biz başkalaştıkça, kendimize yabancılaştıkça ekmeğimizin tadı tuzu, hayatımızın bereketi kalmadı. Çocuklarımız, çocukça gülüşleri unutmak üzereler. Bakışları bile masumiyetlerini yitirmek üzere. Babalar artık çocukların başlarını merhametle okşayamaz oldu Gecenin geç bir vaktinde ekmek parası peşinde koşmaktan yorulan bedenlerini, yıpranmış şiltelerin üzerine bırakıp gecenin zifiri karanlıklarında kaybolmak istercesine sessiz ve çaresiz süzülüyorlar odalarına. Belki küçük bir kapı aralığından kaçamak fırlatılan şefkat dolu bir bakışla yetinmek zorundalar.

Değişiyoruz!

Değişirken de dönüşüyoruz. Zenginimiz sehavet(cömertlik)i unuttu, artık onlar için, eli açık olmak, babacan olmak gibi sözcükler anlamını yitirdi. Şimdi onların rüyalarını daha fazla kazanmak ve daha çok zengin olmak planları süslüyor, çok değil belki birkaç on yıl öncesinin zengini sofrasında her gün birkaç yoksulu doyurma mutluluğunu yaşarken bugünün zengini sofrasına almak bir yana, kapı önünde dahi görünmesine tahammül edemiyor.

Evet biz değişiyoruz. Varlıklı insanlar bu yıl kaç yoksulu doyuracaklarının hesabını yapmıyorlar artık. “Hayırda yarışmak” diye bir şey yok onların hayatlarında. Beş yıldızlı otellerin lüks restoranlarında, tatil sitelerinde tüketilen servetlerde yoksulun ve yetimin hakkı olduğu unutuldu. Yoksullar artık varlıklı kimselerin, gösteriş ve riyadan sakınmak için bir gece yarısı kapı önlerine sessizce bıraktıkları yiyecek paketlerini unutmak üzereler. Küçük çocuklar mutlu bir bayram sabahında büyüklerin ellerini öperek alacakları bir cep harçlığının ve küçük armağanların rüyalarını göremiyorlar.

Değişiyoruz!

Değişirken de yozlaşıyoruz. Ticarette dürüstlüğün yerini hilekarlık ve sahtekarlık, helal, temiz ve az kazancın yerini, yeter ki çok olsun da, nasıl olursa olsun düşüncesiyle edinilen sermayeler aldı. Artık insanlar kazandıklarının helal yoldan olmasını değil de hep daha çok olmasını istiyorlar. “Dürüst tüccarın şehitlerle haşr olacağı”nı buyuran peygamber sözü unutuldu. Artık ticarethaneler rızık kapısı olarak görünmüyor. Dükkanlar sabahları besmeleyle açılmıyor. Ve en görünür yerlerinde “Rızık Allah’tandır.” Tabelasını asmaya cesaret edebilen esnaf kalmadı. Müşteri velinimet olarak telakki edilmiyor. Sonuçta kanaat, elde olanla yetinmek, bulunana şükretmek kimsenin rağbet ettiği bir şey değil. Artık insanlar başkasının elindekini de istiyor. Ve hiçbir zaman elinde olanla yetinmiyor.

Değişiyoruz!

İlmin ve bilginin değeri, öğretmenin ve öğrenmenin saygınlığı kalmadı. Ne öğreten (öğretmen), ne öğrenen (öğrenci) yaptığı işin ne kadar değerli olduğunun farkında. Eğitim öğretim bilgisiz, yeteneksiz, kimselerin ticaret metaı haline geldi. Öğretmenler yüreklerindeki merhamet ve şefkati, hırs ve tamahla değiştirdiler, öğrenciler masumiyetlerini yitirdiler, çocukluklarını ve gençliklerini doğru dürüst yaşamadan bir an evvel büyümek istiyorlar. Hiçbir şey öğrenmeden her şeyi bilmek, hiçbir beceri ve yeteneğe sahip olmadan her şeyi yapabileceklerine inanmanın verdiği cehalet ve duygusallık içerisindeler . Kendileri için ne getireceğini tahmin bile edemedikleri karanlık yarınlarını daha da karartmak için dolu dizgin yaşıyorlar.

  Değişirken birbirimize yabancılaşıyoruz. Toplumun temel taşı olarak kabul edilen aile kurumu çökmek üzere. Baba otoritesini, anne saygınlığını yitirdi. Toplumun en masum birimi olan aile huzurun değil sorunların kaynağı oldu. Gün geçmiyor ki basın yayın araçları cinnet geçiren annelerden, çıldıran babalardan, sokaklara ve cami önlerine terk edilen çocuklardan bahsetmesin.

Sürekli değişiyoruz!

Hastanelerimiz, doktorlarımız, sağlık personelimiz hastalara sıhhat yerine hastalık, umut yerine umutsuzluk, güven yerine güvensizlik veriyor. Çoğu doktorlar hastalıkları tedavi etmek yerine, hastaları para makineleri gibi görüyorlar. Sağlık hizmetleri cebinizdeki paranın miktarı ve sosyal statünüzle orantılı olarak artıyor ya da eksiliyor. En kaliteli sağlık hizmetleri en varlıklı kimselere sunuluyor. Yüksek tedavi ücretlerini karşılama imkânı olmayan yoksul ve kimsesiz hastalar ise üçüncü sınıf hastane köşelerinde birkaç acemi doktorun ve sorumsuz sağlık personelinin insafına terkedilmiş olarak ölümü bekliyorlar. Gördüğü küçük bir yakınlık, işittiği birkaç tatlı sözle kendisine dünyalar bağışlandığına inanan zavallı hastalardan çoğu zaman bunlar bile esirgeniyor. Hastaneler “bir dokun, bin ah işit” Sözünün gerçeğe dönüştüğü mekanlar olmuş.

Her an değişiyoruz!

Varlıklı olanlar vermeyi ve paylaşmayı unuttu, yoksullar verilenlere teşekkür etmeyi bilmiyor. Doktorlar şefkati unuttu ama hastalar da sabrı unutup isyandalar. Öğretmen öğretmeyi beceremiyor ama öğrenci de öğretenin ve öğrenmenin hakkını vermiyor. Tüccar az da olsa helal ve temiz olana kanaat etmiyor ama müşteri de helal ve temiz mal satan esnafı koruyup kollamak yerine, kalitesiz de olsa ucuz ve hileli mal satanlara rağbet edip onları güçlendiriyor. Büyükler yüreklerinde sevgiye yer ayıramadıkları zamandan beri küçüklerden saygı göremiyorlar. Yöneticiler hak ve adaletle yönetmeyi terk ettiler ama halk ta adeta bu durumdan memnun gibi yaşıyor.

Başkalaşıyoruz ve her an biraz daha yozlaşıyoruz!

İlerleyelim derken geriliyoruz, genişleyelim derken daralıyoruz, rahatlayalım derken bunalımın ve çıldırının anaforunda boğulmak üzereyiz. Toplum bir cinnetin eşiğine yaklaşıyor. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama bu toplumun tüm unsurlarını birbirine bağlayan harç zayıfladıkça bağlarımız gevşedikçe büyük toplumsal felaketlerden kurtulamayacağız.

Toplumun unsurlarını birbirine bağlayan bu harç “İslam” harcı dır. Bu toprakların insanını ırk, renk, kavim, dil, soy, sop, asalet ayırımına fırsat vermeden bir arada tutan güç “İslam”dır. Bu toplumun bireyleri tüm güzel özelliklerini İslam’dan almıştır. Zengin elindekinin bir kısmını (zekat, sadaka ve infak yoluyla) yoksula vermeyi İslam’dan öğrenmiştir. Helal kazanç peşinde koşan tüccar bu hasleti sayesinde “Peygamberlerle birlikte haşr olacağına” inanarak hırsızlığa, yolsuzluğa, gayri meşruluğa yönelmemiştir. İlim adamı “Kaleminin mürekkebinin, şehitlerin kanıyla tartılacağını bilerek hep hayra çalışmıştır.

Öğrenci öğrendiği her kelimenin kendisine ibadet sevabı kazandıracağını bilerek daha bir aşk ve şevkle yönelirdi ilim öğrenmeye. Doktorlar “Bir insanın hayatını kurtaranın bütün bir insanlığın hayatını kurtarmış gibi olacağını” müjdeleyen şerefli söze inanarak, adeta tüm insanlığa şifa dağıtacak gibi çalışırlardı. Ama şimdi her birimiz tüm bu güzel özelliklerimizi yitirdik. Büyük insanlık ideali adına entelektüel nutuklar atmaktan hayırlı amellere vakit ayıramaz olduk. Yanı başımızda açlığın pençesinde kıvranan binlerce insan dururken, çoğumuz aklımızı bir meşin yuvarlağın peşine taktık kovalıyoruz.

Hayırlı işleri  hep başkalarından bekliyoruz. Önce o yapsın biz arkasından gideriz diye düşünüyoruz. Önce o söylesin, önce o versin. Hayatı hep ertelemekteyiz. Bütün planlarımız hep “yarın yaparım”lara ayarlı. Bu günlerimiz hep geleceği meçhul günlere ipotek edilmiş.

Haydi yeniden, bir daha düşünelim gündelik hayatın hay huyundan bir an olsun uzaklaşalım. Belki gecenin bir vaktinde ıssız kaldırımlarda dolaşırken, belki yağmurlu bir sabah vakti pencere kenarından ıslanan sokakları seyrederken bir daha düşünelim. Varlıklılar yoksulları düşünsün. Olur ya! Bir gün kendisi de zor durumda kalırsa kendine nasıl davranılmasını istiyorsa yoksullara da öyle davransın. Doktor hastalarını düşünsün. Olur ya! Bir gün kendisi de doktor önlüğü ile değil de hasta kıyafetiyle hastane koğuşlarında kalırsa, işte o gün doktorların kendisine nasıl davranmasını istiyorsa öyle davransın hastalarına. Büyükler küçüklere, yöneticiler halka, öğretmen öğrencilerine, anne baba çocuklarına, tüm insanlar birbirlerine, “kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa öyle davransınlar”.

Evet değişiyoruz. Fakat ne yazık ki güzel olan ne varsa terk edip uzaklaşmak pahasına hayatımız her gün biraz daha olumsuz unsurlarla doluyor. Değişim adına attığımız her adım, yaptığımız her iş aleyhimize işleyen bir sürece eşlik ediyor. Eğer böyle bir değişim ilericilikse bir gerici olalım, çağdaşlıksa çağ dışı kalalım ama değerlerimize yabancılaşmadan kendimizi kaybetmeden adam gibi nasıl yaşanacaksa öyle yaşayalım vesselam...

 

Mehmet Ayman 

Diğer Haberler