TOPLUMLAR NASIL DEĞİŞİR VE DÖNÜŞÜR
TOPLUMLAR NASIL DEĞİŞİR VE DÖNÜŞÜR
Mehmet Ayman ([email protected])
Her milletin kendi nev-i şahsına mahsus bir takım özellikleri vardır. Bu özellikler neredeyse o milletin fertlerinin kahir ekseriyetinde şu veya bu şekilde kendini gösterir. Bu özellikler; o milletin fertlerinin aynı olaylar karşısında aynı tepkileri vermeleri, aynı duyarlılık ve hassasiyetlere sahip olmaları gibi durumlarda kendisini belli eder. Genellikle de kuşaktan kuşağa aktarılırlar. Mesela misafirperverlik ve yardımseverlik veya zorda ve yolda kalmış kimselere yardım etme gibi hasletler genellikle Türk milletine has hasletler olarak kabul edilmektedir. Bu özellikler aynı ailede anne ve babadan çocuklara onlardan da diğer kuşaklara aktarıldığı gibi toplumda da bir kuşaktan diğer kuşağa örf, adet, gelenekler ve kültürün diğer unsurları tarafından aktarılırlar. Mesela sofrası misafire açık bir ailede yetişen çocuklar da genellikle, ‘biz anne ve babamızdan böyle gördük’ diyerek misafire ikram etmeyi isterler ve severler. En azından soy, sop, asabiyeti ve atalarının geleneklerini yaşatma amacıyla da olsa.
Bu durum her zaman ve zeminde mutlaka olacak olan, genel geçer bir durum olmayıp istisnai durumlar (kırılmalar ve travmalar) her zaman vardır. Toplumların alışkanlıkları yaşadıkları ve bu travmalar sonucu ya kısmen ya da tamamen değişir, Bu değişimin sonunda da toplumlar inanç kültür alışkanlık örf adet vs bakımından dönüşürler ve daha başka toplumlara benzerler..
Mesela bazı toplumlar kendi tarihleri, kültürleri, medeniyetleri ve ait olduklarını hissettikleri diğer manevi değerleriyle bağlarını koparan bir takım ciddi sosyal ve psikolojik travmalar ve tarihsel kırılmalar yaşayabilirler. Bu travma/sarsıntı ve kırılmalar mesela isyan ve ayaklanmalar, ihtilaller, devrimler, savaşlar, gibi toplumun tüm fertlerini derinden etkileyen önemli tarihi olaylar sonunda yaşanır.
Bu söylediğimiz kırılma ve travmalar Türk tarihinde (özellikle ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl içerisinde oldukça fazla defalar yaşanmıştır. Cumhuriyet devrimlerinden önce Türk toplumunun doğulu özellikleri daha baskınken cumhuriyet ve Kemalist devrimler sonunda batılılaşma yönelimlerinin artması gibi.
Savaşın bir toplumun kaderini nasıl etkilediğini, o toplumun hafızasında nasıl onulmaz yaralar açtığını ise Çanakkale’den, Sarıkamış’tan, Yemen’den Medine müdafaasından Kût’ül Âmare’den çok iyi biliyoruz. Şu anda içerisinde yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında da hala yaşanmaktadır.
Amacımız malumu ilan olmadığından bu konuda ayrıntıya girmeyeceğiz.
Toplumu derinden etkileyen sosyal ve siyasi hareketlerin bir kısmı tabandan yani halk tarafından yukarıya doğru yani mevcut siyasi erk’e ya da seçkin zümreye/elit ve aristokrat kesime doğru olurken diğer kısmı da tam tersi yönde olur.
Tabandan yukarı doğru olan sosyal hareketlilikler genellikle isyan ve ayaklanmalardır. Bu tür isyanlar mevcut siyasi erk’in dini, siyasi, iktisadi, ekonomik vs.. uygulamalarına hoşnutsuzluk ve şikayet sonucu oluşan kalkışmalardır. Bu kalkışmalar genellikle kanlı bir şekilde bastırılmış ve ayaklanmacılar da ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır.
İhtilal ve devrimler de toplumu ve onu temsil eden siyasi otoriteyi daha çok tepeden inmeci bir yöntemle değiştirip dönüştürmeyi amaçlar. İhtilal ve devrimler genellikle organize ve provokatif (önceden planlanmış şartları oluşturulmuş ve kışkırtıcı) hareketlerdir. İç ya da dış kaynaklı siyasi, askeri, iktisadi bir güç veya ve etki gruplarının desteğine dayanırlar. Meşruiyet ve legalite sorunları olmakla birlikte kendilerini meşru gösterecek bir takım yasal dayanakları da (Rejimi, ve tehlikede olduğunu söyledikleri ilke ve inkılapları korumak gibi) hazırdır..
Geçtiğimiz yüzyılda Türkiye de neredeyse her on yılda bir yapılan ihtilallerin yapılma gerekçelerini hatırlayın. Yani minareyi çalmadan kılıfını çoktan hazır etmişlerdi bile.
Yukarda bahsini ettiğimiz toplumu değiştirme ve dönüştürme hareketleri sonunda fayda sağlayan bir zümre mutlaka olur ve ne yazık ki bu zümre, adına devrim ve ihtilallerin yapıldığı “halk zümresi” değildir. Onlar sadece istismar edilmiş kullanılmışlardır, o kadar. Yani bütün olanlar “Halk için, halkla birlikte ama halka rağmen” olmuştur. Yani ayaklanmayı yapanlar değil daha çok yaptıranlar karlı çıkarlar, kasalarını doldururlar, (Örnek 28 Şubat post modern devriminden sonra Türkiye de milyonlarca Dolar’ın el değiştirdiğini ve yine devlet hazinesinden yüz milyonlarca Doların yağmalanıp devletin zarara uğratıldığını hatırlayın.) Bu hep böyle olmuştur.
En son örnekleri 27 Mayıs 1960 ihtilali, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat 1997 post modern darbesi ve sonuçları hala hafızamızdadır. Bu tür hareketleri yapanlar her ne kadar kanun önünde yargılansalar bile ciddi cezalar almamış ve çoğunlukla yaptıkları yanlarına kalmıştır. Örneğin Merhum Adnan Menderes ve iki arkadaşı 27 Mayıs 1960 ihtilali’nde Yassıada da yargılanıp idam edilerek öldürülürken darbeyi üstlenen Cemal Gürsel yönetimindeki Milli Birlik Komitesi üyelerine bir şey yapılamamıştır. Veya 12 Eylül 1980 darbesinde onlarca insan idam edilip binlercesi zulme ve haksızlığa uğrarken darbeciler layıkıyla yargılanamamıştır bile.
Yukarda bahsini ettiğimiz toplumsal değişme ve dönüşme hareketleri spontane gelişen (kendiliğinden gelişen) masum hareketler değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Bu tür müdahaleleri aslında toplumsal değişme hareketleri olarak değil bilakis toplumu değiştirme ve dönüştürme hareketleri olarak anlamak daha doğru olacaktır. Çünkü bu tür hareketlerin çoğu dış ve yabancı güçler, menfaat şebekeleri ve suç örgütleri tarafından (Tabiiki yerli işbirlikçilerinin desteğiyle) yapılırlar ve provokatiftirler. Bu gün birçok emperyalist gücün devlet adı altında suç örgütleri gibi çalıştığını, yeryüzünü kasıp kavurduğunu ve kana buladığını bilmeyen akl-selim kalmadı sanırım.
Dikkat ederseniz toplumları dönüştürme çabalarının tamamen provokatif (önceden planlanmış, şartları oluşturulmuş ve kışkırtıcı) hareketler olduğu konusuna birkaç defa dikkat çekmiştik. Şimdi de bu provokasyonun nasıl yapıldığı konusuna biraz değinelim.
Toplumu dönüştürme ve toplumsal, manevi dokuyu değiştirme çabası ister halkı ayaklandırmak yoluyla başlatılsın, isterse ihtilaller ve devrimler yoluyla yapılsın, her ikisinde de halkın ve bir kısım elit’in bir çok açıdan kıvama getirilmesi gerekmektedir. Bu kıvama getirme çabası hem sosyal dokuyu/ pisikolojiyi (toplumun halet-i ruhiyesini) hem ekonomiyi, genel ahlakı, eğitim, sağlık ve siyasi gidişatı bozarak toplumsal huzursuzluk, karmaşa ve kaos ortamı oluşturmakla başlar. Bu kaos ve karmaşaya mevcut siyasi rejimin ve/veya halkın mevcut dini, ahlaki vs.. inanç biçimlerinin sebep olduğu söylentileri yayılır. “Eğer bu kaos, karmaşa ve bunların sebep olduğu sosyal, ekonomik yozlaşmadan ve bunalım halinden kurtulmak istiyorsanız bu siyasi, kültürel yapıyı, dînî, ahlâkî inanç biçimlerinizi değiştirin, çünkü bu yozlaşmanın sebebi onlardır… Kanaati provakatörler tarafından ve onların maşaları aracılığıyla yaygınlaştırılır. Örneğin Müslüman toplumda insanların dinlerinin temel kaynaklarından şüphe etmeleri ve onlara olan inanç ve güvençlerini kaybetmeleri sağlanır. Bu durum zamanımızda Birtakım tarihi olayları mesnet göstererek Kur’andan, Kur’an-ı mesnet göstererek Sünnetten, tarihte olmuş bir takım olumsuz örnekleri ( Mesela Emevi uygulamalarını ) delil göstererek mezhepten ve içtihattan soğutma hatta nefret ettirme şeklinde izhar edilmektedir. Hatta bazı “hamakat ehli/ahmaklar” o kadar ileri gider ki Peygamberi postacı, Mezhep imamlarını (ilmi birikimini görmezden gelerek) sıradan insanlar mesabesinde görüp( örneğin imam-ı Azam Ebu Hanife de bir insandı ben de bir insanım onun benden farkı ne ki ? diye ) hafife alarak aşağılarlar. Kendi günahkâr hayatlarını görmez ama onların hatalarını sayıp dökmekle bitiremezler. İki kelime Arapça bilmez ama Koskoca Hadis külliyatını, İmam Buhâri”yi. İmam Müslim”i bir kalemde silip atarlar. Bin beş yüz yıllık İslami ilim birikimini de bir anda silip süpürür kıymetsiz bir metâ gibi kaldırıp atarlar.
Bu ahmakların sayıları o kadar çok, yaptıkları ihanet o kadar ağır ki burada isimlerini ve sözlerini yazacak olsak sayfalar alır. Üstelik hamakat bulaşıcı bir hastalık galiba ki; diğer insanlara da bulaştırmakta ve hain ahmakların sayıları gitgide artmaktadır. Bizler; yaşı, tecrübesi ve hayata dair bilgi ve görgüsü biraz da olsa tekamül etmiş olanlar bu tür ahmakları çok gördük, Sonraki kuşaklar galiba daha da çok göreceklerdir.
Yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştığımız provokatif ahmak akınlarına direnç gösteremeyen toplumlarda fertleri bir arada tutan dini ahlaki, milli bağlar buna bağlı olarak da toplumsal yapı çözülür. İnsanların tüm bu değerlere karşı inancı ve güvenci azalır, Bununla beraber insanlar arasındaki güven biter, aile fertleri arasındaki bağlar çözülür, uzun vadeli ticari ortaklıklar yapılamaz olur. Uzatmayalım; toplum bütünüyle hücrelere ayrılır. Hatta o hale gelir ki bu hücreler bile en küçük darbeler karşısında parçalanıp dağılır. Böylece o toplum, o millet, o devlet yabancı saldırı ve istilalara dayanamaz hale gelerek yok olup gider. Bu gün orta doğunun bu hale gelmesinden önce yaşadığı süreci iyice tahlil edin göreceksiniz ki bu söylediklerimiz birebir yaşanmıştır. Yani bir devleti, bir milleti önce içindeki ahmaklar zayıflatır ve yıkılmaya hazır hale getirir sonra da dış emperyal güçler bir sadmeyle yıkarlar. Kur’an da Araf suresi 155 inci ayette bu tür ahmakların durumları karşısında Hz Musa’nın yakarışı şöyle anlatılıyor. “Sonra bizim belirlediğimiz bir vakit ve yere gelmek ve bağışlanma için dua etmek üzere, halkı içinden yetmiş kişi seçti. Ve işte o zaman onları bir sarsıntı yakaladığında, “Ey Rabbim!” diye duada bulundu. “Eğer dileseydin, daha önce onları da, beni de yok ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin/ahmakların yaptıklarından dolayı, bizi helak eder misin? Bütün bunlar, senin sınamandan başka bir şey değil; ki o sınaman vasıtasıyla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola sokarsın. Bizim velimiz, yakınımız, dostumuz sensin. Öyleyse bizi bağışla, bize acı, çünkü bağışlayanların en hayırlısı sensin.” (Araf ; 155)
Şimdi biz dua edip oturalım mı? Yoksa bir milletin felaketine sebep olacak ahmaklarla mücadele etmek için canla başla çalışalım mı?. Çünkü biz bu gün onların yıkmak için gösterdikleri çabadan daha fazla çaba göstererek dinimizi, vatan ve milletimizi koruyup muhafaza etmek için yorulmazsak yarın Allah korusun Iraklılar gibi Suriyeliler gibi vatanı terk etmek için kaçarken yorulacağız. Önce çalışıp çabalayalım. Elimizden gelen gayreti gösterelim hain ve ahmaklarla mücadele edelim sonra da dua ve şükür ederiz. Çünkü sa’y ve gayreti olmayanın duası göklere ulaşmıyor.
Mehmet Ayman