Yiyiniz İçiniz İsraf Etmeyiniz
Her yemekten sonra yapılan duaların başında yer alan araf suresinin otuz birinci ayetinin bir bölümü olan bu yargı cümlesini duymuşunuzdur. Tercüme itibarıyla, yapılan işle doğru orantılı gördüğümüz bu cümlenin ayetlerin bağlamı içindeki yerini gördüğümüzde farklı düşünmemiz gerektiğini anlıyoruz
YİYİNİZ, İÇİNİZ; İSRAF ETMEYİNİZ.
Her yemekten sonra yapılan duaların başında yer alan araf suresinin otuz birinci ayetinin bir bölümü olan bu yargı cümlesini duymuşunuzdur. Tercüme itibarıyla, yapılan işle doğru orantılı gördüğümüz bu cümlenin ayetlerin bağlamı içindeki yerini gördüğümüzde farklı düşünmemiz gerektiğini anlıyoruz.
Müşrik araplar, Kabeyi özel elbiseler içinde tavaf ederlerdi, şayet bu özel elbiseyi bulamazlarsa, çıplak olarak tavaf yaparlardı, bunu da normal elbiseler içinde günah işlediklerini düşünerek elbiselerden arınmış olmayı, günahlardan arınmışlık kabul ederleri için yaparlardı. Bu davranış elbette Allahın onlara emrettiği bir davranış değildi. Allahın evinde, üryan bir biçimde tavaf etmeyi olsa, olsa şeytan emrederdi. Nasıl cennette insanlığın babası Ademle, annesi Havvayı kandırmış ve yasak meyveden yemek suretiyle avret mahallerinin ortaya çıkmasına sebep olmuşsa, şimdi de dünyada insanoğlunu hak yoldan saptırmak suretiyle Allahın evinde avret mahallini ortaya koyacak şekilde üryan hale getiriyordu.
Bütün cahiliyye anlayışına sahip insanların ortak savunma mekanizması; atalarımızı böyle bulduk. Yani geçmiş sorgulanmaz la yüs’el kabul edilir. Oysa geçmiş kültürün dayanakları sağlıklı olmayabilir, bu sebeple de, geçmişin yoluna körü körüne bağlı olmak bütün bir insanlığın problemidir.
Kabeyi çıplak tavaf eden cahiliyye arapları, kendilerine bazı yiyecekleri de haram kılmışlardı. Bütün bunlar cahiliyye dininin ritüelleriydi. Bu kadar yanlışın üst üste yapıldığı bir yerde düzeltmenin neresinden başlarsak başlayalım, atalar dini sendromu baskın çıkar ve ön yargılar hakikatin tebeyyününe engel olur.
Başlıktaki hüküm cümlesinin hangi çerçevede, hangi yanlışın düzeltilmesi için indiği böylece anlaşılmış olmalıdır.
Öncelikli olarak çıplak tavaf ve ibadet yanlışı düzeltiliyor, sonra yeme içmede konulmuş ifrat yasaklar düzeltilmek isteniyor ki, oda,israfa kaçmamak şartıyla.
Ayetin zahiri herkesi kapsar, yeme ve içmede aşırılığa kaçılmamalıdır. Zira aşırılık hem fiziksel hem de ruhsal sorunlar ortaya çıkarır.
Obez bir dünyaya verilebilecek en çarpıcı ilahi mesajlardan birisidir, yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.
Aslında bu emri ilahiden hep yediğimiz gıdaların, yada giydiğimiz elbiselerin zayi edilmemesi gereğini anlarız ve tok olsak bile tabakta, çanakta kalan yiyecekleri boğazdan aşağısı kırk armut alır diye yiyerek, bedenimize işkence ederiz.
Yediğimiz gıdaların ve giydiklerimizin zayi edilmesi ne kadar kötü bir şey ise onları doymuş bir bedene zorla kabul ettirmeye çalışmak da bedeni israf etmekten başka bir şey değildir.
İsraf, varlığın hakikatini kavrayamama arızasıdır. İsraf aynı zamanda her şeyin yerli yerince yaratıldığı ve adalet gibi bir kavramla ifade edilen varlıklar arası birbirinin hakkına tecavüz etmeme gerçeğinin ihlalidir.
İsraf aynı zamanda, adaletin tecellisinde gerçekleşecek tevhidin düşmanı; şeytanın amelinden bir ameldir. O hakikate muhalefet ederek kendini israf etmiştir. Yoldaşlarına da bütün bir varlığı israf ettirmek suretiyle tevhidin bozulmasını, insicamın kaybolmasını ve bir çok ilahın egemenlik çatışmasına girdiği kaos ortamını arzular. Çünkü israf ifsadın basamaklarından biridir.
İsraf imanın tavrı olmadığına göre küfrün tavrıdır. Zira israf edenler, şeytanın kardeşleridir.
Müminler yediklerini ve içtiklerini imani tavırlara dönüştürmek suretiyle şükürlerini ortaya koymalıdırlar. Yediğini içtiğini Allahın kendine verdiği hayat, zaman, sağlık, afiyet gibi sermaye sayılacak mefhumlarla beraber, Allah yolunda çabaya ve gayrete dönüştürmelidir.
Hz Süleyman Belkıs’ın tahtını, nezdindeki salih bir kulun, Allah’ın izniyle göz kırpması mesafesinde getirilip önüne konunca şu cümleyi kurdu; “Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük (küfür) mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük (küfr) edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir."(neml 40) Ayetinde şükr kulluğu küfr ise nankörlüğü kulluğun zıddını ifade etmiştir.
Kul Allahın verdiği nimetlere mutlak olarak kulluk etmek suretiyle Allahın nimetlerini israf etmemelidir. Verilen nimetin hakkı olan kulluk yerine getirildiğinde nimetler israf edilmemiş olur, Allaha kulluk enerjisi ortaya konmuş olur. Bu anlayışa sahip bir kulun dengesi, adaleti yerinde olur ve yeme içme de sınır ihlalleri yapmaz. Helal yoldan kazandığı, elde ettiği rızkı Allah’ın kendisine tayin ettiği helal yollardan haddi aşmadan istifade edecek şekilde değerlendirir.
Allah’tan geldiğine ve dönüp yaşadıklarının hesabını Allah’a vereceğine iman etmiş bir mümin, hayatı adalet üzere yaşar ve hayatın anlamı, kulluğunu ziyadeleştirmenin yollarını arar ve gereğine uygun davranarak, israftan kurtulmuş olur. Bu anlayıştan yoksun yaşayanlar, müsrif ve müfsid bir hayat sürmüş olurlar.
Celalettin Sipahioğlu